Cellatlar iyi midir kötü müdür?
İyidir efendim diyenler, ama bir sürü can alıyorlar.
Kötüdür efendim diyenler, ama ölüm cezasını hak eden suçlular için kendilerine verilen infaz yetkisini kullanıyorlar. Toplumu pisliklerden arındırıyorlar.
Hangisi doğru şimdi?
Cellat ilginçtir ki kendi başına karar vermiyor. Önüne gelen karar kağıdından yazılı kişinin cezasını infaz ediyor.
Kağıtta yazan kişinin hakikatte suçlu olup olmaması cellatı ilgilendirmez. O önüne gelen resmi kağıttaki kişinin cezasının infazı ile hükümlüdür.
Peki infaz edilen kişi hakikatte masumsa ve cellat bunu bilmiyorsa cellat günahkar mı olur?
Ya da infaz edilen kişi hakikatte masumsa ve cellat bunu bilerek infazı uyguluyorsa cellat günahkar mı olur?
Allah bilir. Lakin kişinin masum olduğunu bile bile infaz cezası verenin vay haline...
Hayal gerçek midir? Maddesel midir? Somut mudur? Soyut mu?
Hayal insan zihninde oluşan, maddesel olmayan soyut şeylerden mi ibarettir? İnsan beyninde oluşan sadece bir yanılsama mıdır?
Hayaller genel olarak insanın genel olarak günlük hayatta karşılaştığı şeylerin ya tümü ya da parça parça zihinde parça parça bütünleşmiş hali midir?
Yoksa hayal tamamen bu dünya da olmayan, dünyada hiç bir insanın hiç bir şekilde karşılaşmadığı dünyada sadece tek olan ,sadece hayal eden kişiye ait bir şey midir?
İnsan dünyaya geldi geleli dünya namına görsel olarak hiç bir şeyle karşılaşmasaydı, mesela doğuştan ama olsaydı, hayal olarak ürettiği şeyler, gerçekle nasıl örtüşür ve ya hiç mi örtüşmezdi hayali?
Mesela unicorn ( tek boynuzlu at ) tamamen bir hayal ürünü mü? Tamamen hayal ürünüyse bu ürün gerçek değil mi yani? Ama at gerçek, boynuz da. O zaman görülen hayal, at ve boynuzun zihinde birleştirilmiş hali mi? Peki gerçek denen hayatta canlı, ve ya nesli tükenmiş tek boynuzu olan bir at var mıdır? Bildiğim kadarıyla yok. Ama şu var. Yaşayan böyle bir canlı olmamasına rağmen tek boynuzlu at resimleri vardır. Resme dökülmüştür. O halde unicorn denen yaratık resim üzerinde gerçekttir. Yani parça parça da olsa bir canlının parçaları hayal dünyasında birleşmiş ve kağıt ve ya bir satıh üzerine resmedilmiştir. Hatta oyuncakları , heykelleri yapılmış, filmleri çekilmiştir.
Ya da sentorlar ( yarı insan yarı at ) tamamen bir hayal ürünü mü? Tamamen hayal ürünüyse bu ürün gerçek değil mi yani? Ama insan gerçek, at ta. O zaman görülen hayal, at ve insanın zihinde birleştirilmiş hali mi? Peki gerçek denen hayatta canlı, ve ya nesli tükenmiş yarı insan yarı at şeklinde bir canlı var mıdır? Bildiğim kadarıyla yok. Ama şu var. Yaşayan böyle bir canlı olmamasına rağmen sentor resimleri yani yarı insan yarı at resimleri vardır. Resme dökülmüştür. O halde sentor denen yaratık resim üzerinde gerçektir. Yani parça parça da olsa farklı canlıların parçaları hayal dünyasında birleşmiş ve kağıt ve ya satıh üzerine resmedilmiştir. Hatta oyuncakları, heykelleri yapılmış, filmleri çekilmiştir.
O halde unicorn ve sentorlar gerçektir. Tek farkı bir hayata sahip olmamalarıdır. bir hayata sahip olmamaları gerçek olmamaları demek değildir. Oluşan bu döngü, gerçek olan şeylerin insan zihninde bir hayale dönüşmesi, hayale dönüşmüş bu gerçekliğin, tekrar gerçeğe yani resim heykel, film, oyuncak gibi maddesel bir yapıya dönüşmesi olayıdır.
Peki doğuştan ama olan birisi için unicorn ve ya sentor hayali nasıldır? Hemen herkesin zihninde canlandırdığı şekilde mi? Sanmam. Çünkü doğuştan ama kişiler, gerçek bir at, bir insan, bir boynuz görmediklerinden sağlıklı insanların zihninde canlandırdıkları şekilde bir unicorn ve ya sentor şekli tarif edemezler. Tarif edebilmeleri için en az bir kaç saniye mu maddelerin görüntülerini görmeleri gerekir. Lakin elleriyle insan şekline, ata, boynuza ve boynuzlu bir hayvana dokunduklarında, dokundukları kadarını cümlelere dökebilirler, dokunmadıklarında değil.
O zaman unicorn ve sentorler , doğuştan ama kişiler için her hangi bir şey ifade etmez diyebiliriz. Gerçek değillerdir. Doğuştan göremeyen bu kişiler için bu varlıklar bir gerçeğe dönüşmez, maddesel bir boyut kazanamazlar.
O halde hayal gerçek değildir.
Hayalin zihinde oluşabilmesi için maddesel boyutlarda bir örneği olması gerekir, beyin bunu işlesin, yeni şeyler türetsin, zihinde türetilen bu hayaller bir süre sonra maddesel somut bir varlığa dönüşebilsin.
Kader gerçekten bir alın yazısı mıdır? Yoksa bilinçli ya da bilinçsiz bir seçimin, diğer varlıkların bilinçli ya da bilinçsiz bir seçimine karşılık olması gereken bir sonucu mudur? Kader sadece insanlara özgü olduğu düşünülen bir anlaşış mıdır?
Öncelikle kader sadece insanlara özgü bir anlayış mıdır, sadece insanların kaderi mi söz konusu kainatta?Bu soruya cevap bulalım.
Düşünülmesi gereken doğru düşünce kader sadece insanları kapsayan bir anlayışsa, insan denen varlığın ekstra ne özelliği vardır, yoksa insan, canlı cansız diğer varlıklar gibi sadece bir varlık mıdır?
İnsan sadece diğer varlıklar gibi bir varlıktır. Kendisine bahşedilen şahsına münhasır özelliklerinin dışında insanı diğer varlıklardan ayırt eden bir özellik yoktur. Bu nedenle kader sadece insan denen varlığı değil, kainattaki tüm varlıkları kapsar. Olaya bu zaviyeden bakılmalı.
Bir kaç değişik örnekle açıklayalım.
Kurşun kalem kağıda yazma özelliğine sahiptir. Bu kalemi bir kağıda sürttüğünüzde kağıtta kurşun kalemin izi çıkar. Sürtmediğinizde değil. Bu sürtme olayı ister bir çocuk eliyle, ister yetişkin bir insan eliyle, ister bir ressamın eliyle, ister yazılı kağıdını dolduran bir öğrenci eliyle, ister bir maymunun eliyle olsun ya da ister robotik bir yazıcıyla değişen bir şey olmaz. Kalem kağıda sürtüldüğünde yazar. Çocuğun kullanmasıyla basit bir çöp adam resmi, yetişkin birinin kullanmasıyla bir not, bir ressamın kullanmasıyla bir portre, bir maymunun eliyle olduğunda garip şekiller, robotik bir yazıcıyla olduğunda kendisine programlanan resim olarak kağıda kalemle şekillendirilmek istenen şekil ortaya çıkar. Bir süre sonra haliyle kalemin ucunda bir tükenme, azalma söz konusu olur.
Yani kalem yazma özelliğinden dolayı , kalemi kim ne şekilde kullanırsa kullansın kalemin ucu tükenecektir. Kalemin kimin tarafından kullanıldığı bu sonucu değiştirmez. Değişen şey kalem kullanıldığında, kullanan kişinin özelliklerine göre ortaya çıkan şekil ve çizgilerdir. Burada kalemin kaderi ,temel olarak, bir şekilde kullanıldıktan sonra tükenmektir. Kağıtta ortaya çıkan şekil ve çizgiler de kalemin hareketine , kağıda uygulanan basınca, kalemi tutuş şekline göre değişecektir. Aslında kağıt üzerinde oluşan şekil ve çizgiler, kendinin oluşmasına sebep olan kalemin hareketlerine bağlıdır. Yani oluşan resim ve çizgilerin kaderi sadece kaleme bağlı değildir.
Bu örnekte olduğu gibi, kağıt üzerinde oluşan şekiller, kendini oluşturan etkenlere sadece bir yönüyle değil bir çok yönden bağlıdır. Aynı özellikteki kalem, aynı özellikteki kağıt aynı özellikte kalemin kullanım şekli aynı sonucu doğurur. Özetle bütün sebepler aynıysa oluşan sonuç ta aynıdır. Sebepler benzerse oluşan sonuçlarda benzerlik gösterir.
Ve bunların hepsi kaderdir. Kağıt üzerinde oluşan resim ve çizgiler , o resim ve çizgilerin alın yazısı değildir.
Alın yazısı denen şey aslında bir sebebe karşılık oluşan sonuçtur. Bu örnekte kağıt üzerinde oluşan resim ve şekil kendi iradesi dışında gerçekleşmektedir. Oluşan resim ve şekillerin tercih hakkı yoktur.
İnsan üzerindeki kader etkisindeki tek fark, insanın kendi üzerinden oluşabilecek, diğer canlı cansız varlıklarla olan etkisinden dolayı yaptığı doğru ve ya yanlış tercihlerden kaynaklanır. Ama burada yine sebep sonuç ilişkisi değişmez. İnsan sadece , sonucu ya refleks olarak ve ya düşünerek tahmin edebilir. Ama illa tahminler yüzde yüz gerçekleşecek diye bir şey yoktur. Adı üzerinde tahmin.
Mesela önemli bir matematik yazılısı olan bir öğrenci aşağıdaki davranışları sergileyebilir.
*çocuk çok zeki ve derste öğrendikleri kendisine yetiyorsa, yazılıya çalışmadan girebilir. Yazılı kağıdını ona göre doldurur. Ortalamanın üstünde not alması kaçınılmazdır ve genellikle alır.
*çocuk ortalama bir öğrenciyse yazılıya çalışarak girer ortalamanın üstünde not alır
*çocuk tembel ve çalışmayı sevmiyorsa ortalamanın altında alır.
*çocuk hem çok zeki hem de çalışkansa genel olarak yüze yakın not alır
*çocuk hem çok zeki hem de çok çalışkansa yalnız gelen sorular ortalama sınav sorularından çok daha zorsa yüz alma ihtimali düşer. Muhtemelen de alamaz.
*çocuk ortalama biz zeka ve çalışkanlığa sahipse , öğretmen çocuğun iyi ve ahlaklı davranışlarından dolayı , çocuğun yazılı kağıdına bir kaç puan ekleyebilir, dersten kalacak sınırda bir notun altındaysa geçmesi için notunu yükseltebilir.
*öğretmen yazılı kağıtlarını okurken şayet gerginse, örneğin eşi ile tartıştıysa çocuğun olası en küçük hatasından notunu kırabilir.
*çocuk hem tembel ve çalışmayı sevmiyor ve aynı yazılıyı olan başka bir sınıftan yazılı sorularını aldıysa ortalamanın üstünde not alır.
*çocuk ister tembel ister yaramaz isterse zeki olsun, kasıtlı ve mazeretsiz sınava girmiyorsa muhtemelen sıfır alır.
*çocuk ister tembel ister yaramaz ister zeki olsun, sınav günü hasta olup sınava giremeyip aynı zamanda durumu öğretmene bildirip ya da hastaneden rapor aldığında o sınava girememiş olacak, yalnız ileri bir tarihte girmediği sınavın telafisine girecektir.
*çocuk ister tembel ister yaramaz ister zeki olsun yakalanmadan doğru kişiden kopya çektiğinde muhtemelen ortalamanın üzerinde not alır.
*şayet kopya çektiği öğrenci de tembelse muhtemelen çektiği kopya da doğru cevap içermeyecek ve ortalamanın altında not alacaktır.
*ya da kopya çekerken yakalandığında muhtemelen kağıdı alınacak, ve ya disipline sevk edilecek ya da öğretmenin insafına göre puan kırılarak kağıdı değerlendirilecektir.
*bütün şartlar tamam lakin fotokopi makinaeı bozuksa muhtemelen sınav zamanında yapılamayacaktır.
*bütün şartlar tamam şayet, sınav günü olası bir doğal afette okullar tatil olursa sınav bir süre ertelenecektir.
...
Yukarıda yazıldığı gibi her sebebin, kendine göre olası sonuçları vardır.
İnsan bazılarını kendi tercih eder, bazıları kendi tercihinin dışında kalır, gücü yetmez tahminleri tutmaz.
Velhasıl kelam bunların hepsi bir kaderdir.
Canlı ve ya cansız varlıkların birbirleriyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan aslında sebep sonuç ilişkisidir.
Bütün şartlar aynıysa oluşan bütün sonuçlar aynıdır. En ufak bir sebep değişiminde oluşacak sonuç ta değişir. İnsanı baz aldığınızda insanın tercihindeki değişim de ( yani dinen cüzi irade denen tanım ) , insan üzerindeki dışsal etkilerin de en ufak değişimi de ,( yani dinen külli irade denen tanım) oluşacak sonucu değiştirir. Bilinçli ya da bilinçsiz yapılan tercihin, tercih edilim miktarına göre oluşan sonuç ta değişir.
Çok basit bir örnekle, duran bir aracın direksiyonunu sola çevirdiğinizde araç sola doğru gitmez. Çünkü araç duruyordur.
Giden bir aracın direksiyonunu hafif bir şekilde sola çevirirseniz araç ta hafif bir şekilde sola doğru ilerler.
Giden bir aracın direksiyonunu daha fazla sola doğru çevirirseniz araç ta daha fazla sola doğru ilerler.
Hızlı giden bir aracın direksiyonunu aniden sola doğru çevirdiğinizde araç ta muhtemelen takla atar.
Halk arasında anlaşıldığı üzere alın yazısı , yani aslında net olarak yazılmış ve insanların bir şekilde uymak zorunda oldukları yazılı bir kader anlayışı yoktur.
Net olarak yazılan şudur, yani kainat bu kurulu kanunlar üzerine ilerler. İster bilinçli bir tercih yapın ister yapmayın.
Her sebebin bir sonucu vardır. Aynı sebepler aynı sonucu, benzer sebepler benzer sonuçları doğurur.
Gelelim Allah'n bilmesi olayına.
Bu da basit bir örnekle açıklanmak gerekirse, yazılımı yapan mühendis, yazılımda hangi kodun ne işe yaradığını, ne sonuç doğuracağını bilir.
Burada bahsedilen mühendis sadece oturup bilgisayar başında kodlama yapan insansı bir varlık değildir.
( Dini anlamda Kader: Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin hepsinin, zamanının, yerinin ve nasıl olacaklarının Allah tarafından ezelde bilinmesi ve bu bilgiye uygun olarak takdir ve irade edilmesidir )
Külli: Bütüne, genele, tüme değgin, tümle ilgili TDK
Cüz'i: 1. Pek az, azıcık
2. Göze çarpmayan, önemsiz TDK
Kaza: 1. Can ya da mal yitimine yol açan kötü olay
2.yargı, yargılama
3. Kötü bir olgu karşısında kalmak TDK
( dini anlamda Kaza: Allah'ın bilip taktir ettiği şeylerin zamanı ve yeri geldiğinde yine Allah tarafından yaratılıp meydana çıkarılmasıdır.)
Genel anlamda akılları karıştıran soru ya da sorunlar şunlar.
"Allah biliyor neden neden müdahale etmiyor?"
"Allah cehenneme ya da cennete gideceğimizi biliyor, e o zaman neden imtihana tabi tutuluyoruz? Atsın o zaman cehenneme ya da cennete göndersin direk. "
" Ya da insan kendi kaderini kendi çizer"
"Ne yani aslında bir senaryo var bir onu mu oynuyoruz?
Gibi sorular ve ya yorumlar insanın aklını karıştırmıyor değil.
Aslında işin içinden çıkabilmek için kainatta oluşan düzeni çözümlemek gerekiyor. Düzen çözümlenmediğinde bu ve benzeri sorular insanın aklını karıştırır durur.
Aslında kader meselesi bir alın yazısı değil bir kainat düzeninden ibarettir ve hiç bir şey hiç bir nesne, hiç bir insan, hiç bir hayvan, hiç bir canlı bu düzenin dışına çıkamaz. Çıkıldığı düşünülen mucize olarak adlandırılan şeyler aslında keşfedilmeyen bir kural, ya da her zaman görülen olayların dışında cereyan eden , aslında keşfedilememiş düzen içerisinde olur. Kainat kimseye torpil geçmez. Kainat düzeni ayrımcılık yapmaz.
Basit olarak şöyle düşünelim. Günümüzden 200 yıl önce insanlar gökyüzünde uçan kuşlar dışında bir uçak, helikopter ve benzeri hava aracı görseler bu onlar için bir mucize olarak nitelendirilir ve birçokları tarafından doğa üstü olaylar olarak nitelendirilir, belki de o cisimlere bir kutsiyet adfederlerdi.
Benzer şekilde günümüzden 400 yıl önce bir radyo televizyon gibi cihazlar görseler, o devirde bunların güncel bir karşılığı olmadığından, sanki bu cihazların içinde yaşayan küçük insanlar olduğu düşünülür, doğa üstü bir olay olarak nitelendirilir, belki korkarlar belki kendilerine ilah edinip baş köşeye koyup tapınırlardı. Çünkü o devirde o cihazların yerini karşılayacak herhangi bir tanım yoktu.
Peki bu olaylar mucize midir? Tabiki de değil.Sadece geçmiş devirlerde , bahsedilen uçak, helikopter, radyo televizyon denen cisim ve ya cihazların insan aklında bir karşılığı yok , lakin tabiat kanunlarında karşılığı vardır. İnsanlar sadece bulundukları zaman dilimi içinde bunlara yabancılardır.
Dini olarak çeşitli tanımlar ya da görüşler olmasına rağmen kader meselesi alın yazısı , yani yazılmış bir senaryoyu oynamak, başa gelen kötü şeyler ve saire değildir.
Kaderden kaçış yoktur düşüncesi nedir? Ne kadar doğrudur? Aslında kaderden kaçış yoktur düşüncesi, kainat düzeninde konulmuş kurallardan kaçış yoktur demektir. Kaçtığınızı zannettiğiniz anda dahi bir kuraldan çıkıp başka bir kuralın içine girmiş olursunuz.
İnsan kaderini kendi çizer düşüncesi nedir? Ne kadar doğrudur? Aslında insan kendi kaderini kendi çizer düşüncesi, sınırlı alanda bir kainat kuralından çıkıp başka bir kainat kuralı içine kendi iradenizle girmiş olmak demektir. Kısmen doğru olmakla birlikte aslında kaçılan bir şey yok değiştirilen bir tercih vardır. Bu değiştirme gücü kısmen sizin elinizdedir. Her zaman değil.
Kader ile alakalı Allah madem madem başıma gelecekleri biliyor, o zaman neden değiştirmiyor düşüncesi nedir? Ne kadar doğrudur? Aslında soruyu derinlemesine incelediğinizde sizin için kainat düzeninin değiştirilmesi gerekiyor. Ve neden sizin için değiştirilsin bu düzen? Kainatta sadece siz mi varsınız, yoksa kainatta siz de bu düzene uymak zorunda olan her hangi biri misiniz?
Allah benim cehenneme gideceğimi biliyor madem neden değiştirmiyor, değiştirse ya , neden kötü olmama müsade ediyor düşüncesi ve ya benzer şekilde Allaj benim cennete gideceğimi biliyor madem neden beni uğraştırıyor bu dünyada koyuversin cennetine düşüncesi nedir ? Ne kadar doğrudur?
Peki hangi sebep karşısında cennete ya da hangi sebep karşısında cehenneme gideceksiniz?
Evet hangi sebep?....Peki ya cevap?
O zaman da şu soruyu sormaz mısınız cehennem denen yerde? Allahım benim ne işim var cehennemde , bak beni bi sınasaydın bi yerlerde Dünyada Ayda Jüpiterde falan. Ne güzel işler yapacaktım, ben cehennemi hak edecek bişey yapmadım. Bi yerlerde sınasaydın beni Sen' de görürdün nasıl iyi bir insan olduğumu. Görmeden beni attın cehenneme? Bak cennetteki insanları neden oraya koydun? Onlar da aslında çok kötü olabilirdi neden onları bir şekilde bir yerlerde sınamadın? Sen çok vicdansızmışsın. Adalet mi yani Senin ki?
Peki kader sadece insanlara mahsus bir şey midir? Neden öyle algılar insanlar?
Bıçağın kesme özelliği vardır. Önüne gelen kesebileceği her şeyi kesebilme özelliği vardır.
Hangi çağda yaşarsanız yaşayın bıçağın bu özelliği değişmez. Keskin bir bıçak, bir hayvanın boğazına dayanıp sürtüldüğünde o hayvanın boğazı kesilir. Normal keskinlikte bir bıçak ilk etapta kesmez bir kaç sürtmeyle keser, kör bir bıçak haycanın boğazını zedeler, yara yapar aksine daha çok acı çekmesine sebep olur.
Bir binanın onuncu katından beton bir zemine kafa üstü çakılırsanız ölürsünüz. Bunu bin defa deneyin yine ölürsünüz. Yüz bin defa deneyin yine ölürsünüz. Çünkü insan kafatasının dayanabileceği bir yük vardır. O yükün dışına herhangi bir şekilde çıktığınızda hayatınız sona erer. İster onuncu kattan atlayıp kafanızın üstüne çakılın, ister kafanızın üzerinden bir kamyon geçsin ister balyozla kafanıza vurulsun. Yerçekiminin görevi hiç bir şey ayırt etmeden kendisine doğru çekmektir. Bunun siz olmanız bir şeyi değiştirmez. Kamyon tekerinin özelliği yerin çekim etkisiyle yere basmaktır. Kafanızın tekerin altında olup olmaması bir şeyi değiştirmez. Balyozun görevi sert vurulduğunda bir şeyi parçalamaktır. Kafanızın balyozun altında olması bir şeyi değiştirmez.
Bir şekilde kafanız yukarıda sayılan birşeylere denk geldiğinde parçalanacaktır. Bu denk gelme ister bin yıl önce olsun ister beş bin yıl önce.
Yağmurun altında durursanız siz ve elbiseleriniz ıslanırsınız. Ne zaman yağmurun altında dursanız yine ıslanırsınız. Çünkü suyun görevi ıslatmaktır. Zaman, mekan, yağmurun altında sizin olup olmamanız olayı değiştirmez.
Peki bu örneklerle kaderin ilişkisi nedir?
Basit olarak şudur.
Hayanı kesip kesmeyeceğinize karar vermek size ait, bıçağın hayvanı kolay mı zor mu keseceği bıçağın keskinlik durumuna ait bir özelliktir. Bıçak tercihinize göre aslında bir seçim yapıyor ve o seçime göre sonuç ortaya çıkıyor ve de kesmek üzere olduğunuz hayvan bu durumdan etkileniyor. Bu olayı bin sene önce yapsanız da değişen bir şey olmuyor.
Onuncu kattan atlayıp atlamayacağınıza kendiniz karar veriyorsunuz, sizin hakkınızda doğacak durum , yani kafanızın parçalanıp ölöe durumunuz sizin tercihinize karşı oluyor. Aslında sebep yerin çekim kuvveti değil, sizin yanlış olan tercihiniz. Yanlış tercih...Olmaması gereken tercih...Peki sizi biri yanlışlıkla ve ya kasten sizi onuncu kattan ittirdiyse sizin suçunuz ne? Sizin suçunuz yok mu? Yani kaderiniz öyle mi yazılmış. Hayır. Aslında onuncu kattan itilerek düşmenizin sebebi sizin onuncu katta ve hatta düşülebilecek şekilde binanın kenarında olmanızdır bilerek ve ya bilmeyerek kenara gelmenizdir.. Buraya kadar tercih sizin, aşağı itilmeniz kasten ve ya yanlışlıkla sizin tercihiniz değil. Yer yüzü insanın kasten atladığına mı yanlışlıkla itildiğine mi bakmaz. Çeker...
Yağmurun yağması sizin tercihiniz değildir, herhangi bir şekilde müdahalede de bulunamazsınız. Lakin yağmurun altında durup durmama tercihi size aittir. YAğmurun altında durursanız ıslanırsınız.Tercihinizin sonucudur bu. Bu irade size kalmıştır. Her zaman böyledir. Hiç bir zaman bu kural değişmez. Şayet yağmur altında şemsiye ile durursanız tamamen ıslanmaz belki elbiselerinizin paçaları ıslanır. Şemsiye ile durma olayında da tercih size aittir. Yağmur yağarken dışarı çıkmaz hiç ıslanmazsınız. Tercih yine size aitttir.
Ama belki de tahmin edemediğiniz bir şey var.
Siz tercih edilmiş bir olaya karşı tercihte bulunuyorsunuz. Bu tercihinizin bazılarının sonucunu tahmin edebiliyor bazılarının sonucunu tahmin edemiyorsunuz. Aslında sonucunu tahmin edebildiğiniz ve ya bulunduğunuz duruma göre iyi gözüküyor gibi olan birşeyi terecih ediyor ve sonucuna katlanıyorsunuz.
Bütün mesele bu. Kainat sadece sizin kendi tercihlerinizden ibaret değil. Bunların hepsi neyi tercih ederseniz edin kaderdir. Bazı şeylerin sonucunu bilebilir ya da tahmin edebilir, bazılarını edemezsiniz.
Yağmurda ıslanmamak için dışarıya çıkmadığınızda ıslanmazsınız. Şayet eviniz dere kenarı gibi bir yerde ve zemini kaymaya meyilli ise, bırakın yağmurda sizin ıslanmanızı, eviniz sular altına sizinle beraber gömülür. Sizin bilebildiğiniz ve ya tahmin edebildiğiniz şey o an o şartlar içinde sizin evden dışarıya çıkmadığınızda ıslanmayacağınızdır.
Binanın onuncu katına çıkma tercihi size aittir. Oradan yanlışşlıkla ve ya kasten ittirilip düşüp düşmeyeceğinizi bilemezsiniz. Ama her ikisi de kaderdir. Binanın onuncu katında ne ittirilip düştünüz ne de kendinizi attınız. Lakin şiddetli bir deprem oldu bina yıkıldı. Siz de onuncu katta bulunma tercihinizden dolayı, başka tercihin size baskın çıkmasının sonucunu yaşarsınız.
Özetle kader bir alın yazısı değil, bir sebep sonuç ilişkisidir.
Sonuçları, o anki durum ve şartlarda sizin, başka diğer mahlukatın yaptığı tercihlere karşı yaptığınız tercihlere göre çıkar.
Külli irade denen olay ve cüzi irade denen olayın aslı budur...
Boşver şimdi namazı...Sonra kaza edersin...Şu an işimiz var sonra kaza edersin...Yoldayız şu anda duramayız, gittiğimiz yerde kaza edersin...
Bu ve benzeri cümleleri özellikle namaz söz konusu olduğunda çok duymuşsunuzdur.
Peki namazın kazası var mıdır? Olur mu namazın kazası?
Olay şu şekilde değerlendirmeli bence. Kainatta gerçekten kaza denen bir şey var mı, yani bir olayı öteleyip sonra olmasını sağlayabilir misiniz. Ötelediğinizde haz aldığınız durum,fayda, yapılması gereken zaman içinde yaptığınızda aldığınız haz ve fayda kadar mıdır?
Örneğin bir sinema filmini sinema seans saatleri dışında evde, televizyonda, bilgisayarda izlediğinizde, sinemadaki film seansları içindeki kadar size lezzet verir mi o filmi izlemek? Yani zamanında sinemada izlemediğiniz filmin evde bilgisayar ve ya televizyon başında kazasını mı izlemiş olursunuz? Aynı şey midir?
Bir akşam yemeğini öğlen vakti yediğinizde ya da ertesi sabah yediğinizde adına akşam yemeğinin kazası mı dersiniz? Yoksa sadece bedeninizin besin ihtiyaçlarını mı gidermiş olursunuz?
Yolda giderken aracınızın benzini yeteri kadar olmadığında ve sizi yolda bırakacak seviyeye indiğinde, sizi bir panik almaz mı? Aman canım ilerde nasıl olsa benzin istasyonları var deyip önünüze gelen benzin istasyonlarını bir bir geçer misiniz yoldasınız, duramazsınız, vaktiniz yok diye?
Bir mezuniyet balosu neden hep sene sonunda belli bir gün ve ya akşamı yapılır? Mezun olduktan üç beş sene sonra mezuniyet balosu düzenlense balonun kazası mı yapılmış olur?
En sevdiğiniz kişinin doğum gününü kutlamak gününde yapıldığında mı değerlidir , ötelenip başka bir zaman yapıldığında mı? Doğum gününün kazasını mı yapmış olursunuz?
Aldığınız nefesi bekletiyor musunuz mesela? Şu an nefes verip yenisini almaya vaktim yok diye? Beş on dakika sonra alsanız mesela. Kazasını mı yapmış olursunuz nefesinizin?
Bir hastalığa ilk yakalandıktan sonra almadığınız ilaçların hastalık ilerledikten sonra alınması, ilacın kazası mıdır?
Mesela işiniz neden mesai saatleri içindedir? Başka zaman işinizin kazasını edemez misiniz?
Ay başında aldığınız maaşınızı bir kaç ay ötelese, maaşın kazasını yapmış olmaz mı patronunuz?
Bir bebek doğum zamanını geçirip üç beş ay sonra dünyaya gelse , doğum zamanının kazasını yapmış olur mu?
Bence iyi düşünün.
Namazın kazası olur mu?
Yoksa kaza namazı denen şey vaktinde yapılmadığı için, bir çeşit telafi midir?
Mücbir sebepler dışında zamanında kılınmayan namaz bedenen ve ruhen size ne kadar faydalıdır?
Mücbir sebepler sizin zihninizde mi yok sa gerçekten mücbir mi? Yani bazen elinizde olmayan sebeplerden mi?
Siz karar verin.
Kainatta geri dönüş yoktur. Zaman hep ileridoğru akar. Her şeyin yapılması gereken bir zamanı vardır, o vakte ait olan.
Yapılması gereken şeyler artık ne iseler, o şeyin kazası değil telafisidir.
Cin: Arapça: Gece karanlığı, bir tür görünmez varlık.
Cin: TDK.Dini inanışa göre duyularla kavranamayan, insanlar gibi irade ve anlama yeteneğine sahip, ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan varlık.
Masallarda gözle görülmeyen, türlü biçimlere girebilen, iyilik de kötülük de yapabilen yaratık
İnanış mıdır yoksa gerçekte var olan, yalnız tespit edilemeyen bir varlık mıdır, yoksa tamamen hayal ürünü mitolojik bir şey midir cinler? Bazı insanlar kendilerine cinlerin ve ya mahiyetini bilemedikleri varlıkların musallat olduğunu, bazıları cinleri yönlendirip emir verdiğini, bazıları kötü cinleri dua muska ve benzeri şeylerle musallat oldukları insanlardan uzaklaştırdıklarını iddia etmekteler. Lakin elle tutulur gözle görünür herhangi bir delil kanıt, cin görüntülerini içeren kamera kayıtları, fotoğraflar , ses kayıtları , bir titreşim göstermemekte ve ya gösterememektedirler. Bu aralar telegram işkencesi ( zihin konttrollü işkence ) denen bir olay konuşuluyor, ve telegram işkencesine maruz kalan insanlar bu işkenceleri çevrelerine kanıtlayamamakta olduklarını söylüyorlar. İlginç bir şekilde, herhangi bir psikiyatriste gittiklerinde de doktor tarafından teşhis konamıyor, benzer şekilde başka bir doktora gittiklerinde de herhangi bir kan ve ya idrar tahlilinde herhangi bir sonuç çıkmıyor. Kendilerine cinlerin musallat olduğunu ve ya onları gördüklerini iddia eden kişiler nasıl oluyor da bunu ispatlayamıyorlar? Psikiyatriste gidip bir sürü ilaç aldıktan sonra dahi iyileşme göstermiyorlar, ve ya bir süre iyi olduklarını hissettikten , tedavileri bittikten sonra neden kendi üzerilerindeki o belirtiler son bulmuyor, tekrar nüksediyor? Nedir olayın aslı? Olayın aslı şudur. Cin denen gözle görülemeyen, sesleri duyulamayan varlıklar aslında, musallat oldukları kişileri etkiliyorlar. O kişilerin bedenleri üzerinde o kişiyi rahatsız edecek şekilde etki bırakıyorlar ve bu etkiye maruz kalan kişilerin bir kısmı cin denen varlıklarını görüyorlar, bir kısmı görmedikleri halde kendi bedenlerinde istemsiz bir şekilde anormal bir davranış sergiliyorlar. Dışarıdan bu kişilere bakan insanlar genel olarak, kendilerin cinlerin musallat olduğunu iddia eden kişileri deli, psikolojik rahatsızlıkları var, fazla sinir, hayatı hep olumsuzluklarla dolu, depresyona girmiş,adam kafayı yemiş vs gibi etiketlerle etiketlendiriyorlar. Bu kişiler bir psikiyatra gittiklerinde haliyle psikiyatr da , psikiyatr koltuğunda oturan kişilere eldeki verilerle ve fakültelerde öğrendikleri kadarıyla teşhis koyuyor, terapi ve ya hastanın bir süre kullanması için teşhise göre ağır ya da hafif ilaçlar yazıyorlar. Hal bu ki cin denen mahiyeti kesin olarak bilinmeyen varlıklar insan bedenine etki ettiklerinde o insanlara ne terapi fayda verir, ne bir ilaç, ne de bir ortam değişimi. Cin musallat olması depresyon değildir, bir psikolojik rahatsızlık ta değildir. Bu nedenle ilaç, terapi gibi etkiler fayda sağlamaz. Bazıları sağlıyor gibi görünse de bir süre sonra tekrar cinin beden üzerindeki etkileri kişi üzerinde görülür. Bu etkilerin bazıları depresyon belirtileri ve ya psikolojik bir rahatsızlık ile ve ya vücutta eksikliği ve ya fazlalığı olan hormon, vitamin, mineral besin içerikleri nedeniyle oluşan belirtilerle birebir aynıdır. O yüzden izlenmesi gerekli davranış öncelikle ilgili uzman doktorlara görünmeli, herhangi bir iyileşme görülmediği taktirde diğer yollara yönelmelidir. Cinlerin musallat oldukları bedenlerdeki anormal davranışlar ve hissettikleri şeyler genel olarak şöyledir. * Herhangi bir akciğer ve üsyo enfekisiyonları olmadığı halde aldığı nefesin kişiye yetmemesi, sık nefes alıp verme, boğulma hissi. Normalde beden kendi halinde bırakıldığında otomatik nefes alıp verdiği halde , nefes alıp vermenin otomatik olmaması ve bu nedenle yorgunluk hissi. * Sağ ve ya sol gözde batma hissi. Göz kapağının düşmesi, göz kapakları serbest kaldığında kapanma ve batma. * Uykusunu aldığı halde devamlı halsizlik ve yorgunluk hissi. * İş ve ya hayat stresini değişik gezme, eğlenme, ailesiyle vakit geçirerek ve ya kendine uygun şekillerde attığı halde çok kısa süre sonra tekrar stresli hal *Genel olarak hayatında gerilecek, strese girilecek olumsuz bir şey olmadığı halde , stres durumunun geçmemesi. * Sebepsiz yere el, ayak, kol, bedenin herhangi bir yerinin aşırı derece titremesi, titremeye engel olmak istendiğinde dahi engel olunamaması. * Genel olarak evin bir yerinde kendini rahat hissettiğinde, evin başka yerlerinde tekrar aynı belirtilerin baş göstermesi. * Evde, iş yerinde, kıyafetlerde herhangi bir şeyin özellikle dikkatini aşırı derecede çekmesi ve rahatsızlık huzursuzluk verdiğini hissetmesi. * Herhangi birinin yanında olması durumundan aşırı derece etkilenmesi,o kişi yanındayken elinin ayağının dolaşması, işlerinin karışması. * Normal şartlarda kendine rahatsızlık vermeyecek şeylerden aşırı derecede rahatsızlık huzursuzluk duyma. * Bakışlarının değişmesi, gözlerinin ferinin gitmesi. * Özellikle bazı zamanlar işlerin genel olarak ters gitmesi. * Eşi ile genel olarak huzursuzluk,eşine karşı isteksizlik, var sa çocuklarına karşı sebepsiz yere gerginlik. * Bedeninde bazı yerlerde sanki bir şey çekiliyormuş hissi olması, ve ya ara sıra üsperti, tüylerin diken diken olması, sanki yanından aniden hafif bir rüzgar esmiş gibi etki hissetmesi, arasıra uykusu olmadığı halde gelen devamlı esneme hissi ve esneme Ve benzeri etkiler. Yukarıda yazıldığı gibi bunların bir çoğu psikolojik ve ya bedeni rahatsızlıklardan kaynaklanır. O yüzden bu gibi belirtiler görüldüğünde ilk olarak uzman bir doktora görünmelidir. Hehangi bir fayda belirmediği taktirde o zaman dua, muska , kurşun döktürme ve benzeri işlemler uygulanmalıdır. Lakin genel olarak hisleri kuvvetli kişiler kendilerine musallat olan varlığın olduğunu keşfederler ve nereden ve hangi şeylerden kaynaklandığını fark ederler ve kendi kendilerine çözüm bulabilirler. Bir iki saat gibi kısa sürede bu etkiler belirgin bir şekilde insan bedeninden kaybolur. Örneğin yukarıdaki belirtileri fark ettiğinizde, evde , iş yerinde ve ya artık her nerdeyse devamlı dikkatinizi çeken yer neyse, herhangi bir temizlik malzemesi ve ya sirkeyle orayı temizlemek, sizin dikkatinizi çeken şey atılabilecek şekildeyse atmak, altın gümüş ve benzeri takı ve ya kolye küpe şeklinde taşlardan yapılmış takılar takmak, kalorifer peteği gibi bir metalin yanında bir süre kalmak, evde tuz lambası yakmak, şayet biliniyorsa Ayetel kürsi, felak ve nas surelerini okumak, özellikle huzursuzluk hissedilen yerde yerlerde tütsü yakmak, eski, yırtık ayakkabı çorap, eşyayı mümkünse atmak, ve ya temiz tutmak. Sorun şundan kaynaklanıyor aslen. Bazen insanların beyni, diğer insanların farkına varamadığı, diğer aletlerin farkına varamadığı dalgaları algılar, bir çeşit receiverdır ( alıcı ) beyin. Algıladıkları bu sinyaller beden üzerinde etki yaparlar. Bir uydu alıcısının uydu yayınlarını tv de görüntü olarak görebilmeniz gibi, beynin algıladığı bu sinyallerin etkisi de beden üzerinde anormal davranışların belirmesidir. Bizzat tecrübe etmeyen kişi ya da kişilere bu mitolojik ve ya uydurma ve ya halüsinasyon ya da psikolojik rahatsızlık gibi gelir. Yukarıda sayıldığı gibi bu etkilerin bir çoğu psikolojik rahatsızlık ve ya bedeni rahatsızlık belirtileriyle bazı yonleri çok benzer... Ama aslen çok farklıdır. Yaşayanlar bilir sadece, ve bu olayı gerçek tecrübe eden kişiler, o kişilerin halinden anlar ve hissederler....
Aslında güncel manayla herhangi bir şekilli şemalli korku filmlerindeki gibi yaratıklar değildir cinler. Belki bir radyo frekansı, belki bir tv sinyali, belki bir radyasyon, belki bir telefon internet sinyali, led lamba ve ya tasarruf ampullerden yayılan radyasyon, birinin bir tartışma sonucu üzerinde biriktirdiği negatif enerjiyi ( size konuşma dili beden dili ile belli etmese de ) sizin fark etmeniz, size hediye olarak verilen bir eşyaya sinmiş olan , hediye geldiği yerden almış olduğu negatif enerjiyi sizin fark etmeniz, belki olumsuz anılarınızın içine sinmiş olduğu eşyalarınız, giysileriniz... Kim bilir? Belki de altıncı hisleriniz kuvvetlidir.
Akıl: Düşünme, kavrama, anlama yetisi. TDK
Zeka: TDK
1. İnsanın düşünme, akıl yürütme, nesnel gerçekleri algılama, kavrama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tümü.
2. Soyutlama, öğrenme ve yeni durumlara uyma yeteneklerinin toplamı
İkisi genel anlamda karıştırılan terimlerdir.
Aslında bu iki terimi ayıran ince nüans şudur. Akıl zekayı kullanma yeteneğidir.
Bir çok öğrenci velisinin kullandığı "Çocuğum çok zeki ama çalışmıyor. Çalışsa daha başarılı olur"
cümlesi aslında çocuğunda düşünecek, akıl yürütecek, nesnel gerçekleri algılayacak, yargılayabilecek, sonuç çıkarabilecek, soyutlayabilecek, öğrenebilecek ve yeni durumlara uyabilecek yetenekleri var. Va ama sonuç? Böyle bir yeteneği kullanabilecek yeterli seviyede akıl olgunluğuna sahip değil. Akli olgunluğa ulaştıracak eğitim, okul, aile çevresi, çevre, ortam, beslenme , kültür ve benzeri ortamlardan geçmemiştir. Sonuç olarak aklını kullanamamaktadır.
Ortalama zeka her canlıda vardır. Kendi hayatını idame ettirecekleri kadar.
Sanılanın aksine akıl nimeti sadece insanlara mahsus bir özellik te değildir.
Örneğin karşısına çıkan , ve üzerine saldıran bir köpek karşısında insan ve ya bir kedinin vereceği tepkiler genellikle aynıdır. Kaçmak. Nadir olarak saldıran köpeğe karşı konulur. İnsan ya eline taş alıp atar, ya eline geçirdiği bir sopa ile vurur, ya tekme atar, ve ya yumruk. Kedi de bir çeşit savunmaya geçer. Cırmalamak, ısırmak gibi.
O zaman kedinin de kendine ait, kendi hayatını idame ettirebilecek bir savunma mekanizması var , yani kedinin de kendine göre bir aklı var demek herhalde yanlış olmasa gerek.
Afrikada bulunan bazı kabilelerin beyaz insanları kendilerinden üstün görmeleri, önlerine konulan yiyeceklerden yemeleri, bugün hala genel olarak sömürge ülkeleri olmaları ile, kafes hayatı yaşayan ve yaşamak zorunda olan bir muhabbet kuşunun önüne konan ve sadece tek çeşit yemek olan süpürge tohumlarını yemesi , ve ya acıkan bir kedinin çeşitli sesler çıkararak, sahibine sırnaşarak sahibinden kendi diliyle yiyecek istemesi arasında ne fark vardır?
Hiç.
Öyleyse insan,kendinde zaten var olan zeka yetisini kullanma yeteneğini nereden almıştır?
Ve ya bir ayçiçeği genel olarak güneşi neden takip eder?
Yeni yumurtadan çıkan, dünyaya gözlerini yeni açan, hayatla yeni tanışan bir deniz kaplumbağası , koştura koştura kendince devasa insanca minnacık adımlarla neden denize doğru yönelir?
Arı neden çiçekten çiçeğe konar, polen toplar, bal yapar? Akşama kadar neden oturmaz mesela yuvasında? Karşılığında yat mı alır, kat mı alır , altına araba mı çeker?
Bitkilerde yapraklar neden ışığa doğru , kökler suya doğru yönelim içindedirler?
Işığın ışık, suyun su olduğunu nasıl fark ederler?
Akıl sadece insanlara mı ait bir özelliktir yani?
Sadece insanda mıdır zeka ve akıl ? Her canlının kendine göre bir zekası ve aklı yok mudur yani?
Farklı olan , zekayı kullanma yeteneği olan aklın insana fazla fazla verilmesi olmasın sakın?
Bazı insanların deniz feneri bilim, bazılarının deniz feneri dindir. Bilimi rehber edinenler ve dini rehber edinenler arasında genel olarak bir tartışma vardır. Özellikle ilk insanın beden bulması konusunda.
Dini rehber edinenlerin kabul ettikleri yargı ilk insanın Hz. Adem olduğu topraktan yaratıldığı, Allah'ın yarattığıdır. İlk insan Allah tarafından çamurdan yoğrulmuş insan şeklini almış, sonra Allah ona kendi ruhundan üflemiştir. İlk peygamberdir. Allah'ın varlığını zaten kabul ettiklerinden genel anlamda başka bir arayış içine girmezler. Hz. Ademi Allah yaratmıştır. O kadar...
Bilimi rehber edinenlerin araştırmalar fosiller, ve teoriler sonucunda buldukları ve inandıkları ilk insan kavramı, insanın belirli basamaklarda değişerek bugüne geldiğidir. İlk insanın primatlar takımının, insansı maymunlar familyasının homo cinsinde bulunan ve adına da bilimsel olarak Homo Sapiens denilen canlı türü olduğuna inanırlar.
Neden inanırlar diyorum. Çünkü bilim ve ya dini olarak bizzat şahsen ilk insanın oluşumunu kendileri görmemiş, ilk insana dokunmamış, ilk insanın sesini duyamışlardır. Her iki kesim de kendi elindeki verilerin doğru olduğunu kabul ederler...Her iki kesim için de ilk insanın oluşumu konusunda kesin olarak kanıt yoktur. Bilimsel olarak elde edilen veriler evrim teorisine ( yani eldeki bazı kanıtlarla , doğru olabileceği öngörülen fikirlerdir ) göre ilk insanın nasıl vücuda geldiğinin açıklaması yapılmaktadır. Kesin olarak doğru ve ya kesin olarak yanlış denemez.
Peki olayı nasıl anlamak gerekiyor. İlk insan nasıl vücuda gelmiştir? Dini olarak Allah çamuru eline almış bir insan şekli vermiş sonra da içine ruhunu üflemiş ve canlanmıştır, bilimsel olarak ortaya atılan ilk olarak canlılık olayının denizde oluşan ilk hücreden başlayıp zamanla ihtiyaçlar halinde değişerek, gelişerek bugünkü şeklini almıştır.
Peki bunun fikri olarak tartışmasının yapılması ne kadar mantıklı?
Bu konuyu anlamda tarışmanın bir manası yok hatta gereksiz. Bunu tartışmanın gereksizliği elma mı daha faydalı, yoksa elma yemek mi insana daha fazla haz verir tartışmasından öteye gitmez. Her ikisi de kendi içinde değerlendirilir. Haz almak maddi el ile tutulan gözle görülen bir şey değil dir ki elma denen maddesel bir yapı ile karşılaştırılsın....
Sonuç ne o zaman? Şu.
İnsan denen varlık vardır. İlk insan denen varlık vardır. Bilimin görevi ilk insanın nasıl teşekkül ettiğini araştırarak sonuca ulaşmak, dinin görevi insanoğlunun var oluş sebebini açıklamaktır.
İlk insan ister Hz Adem deyin, ister Homo Spaiens, ister pat diye insan şekli meydana gelsin, ister inanışa göre Allah bi şekilde eliyle çamura insan şeklini verip ruh üflesin, ister belirli aşamalardan geçerek ( örneğin evrim ) bugünkü halini alsın bu neyi değiştirir? İnsan vardır. Diğer canlılardan farklı olarak aklı olan, aklını kullanabilen, dik durabilen, makineler yapabilen, geçmişi ve geleceği düşünebilen, kelimeler kullanarak ve ya beden dilini kullanarak konuşabilen maddesel ve aynı zamanda sevgi,aşk, öfke, kıskançlık, hayal etme gibi bir sürü maddesel olmayan bir varlık var.
İNSAN...
Bilmin görevi çeşitli araştırmalar yapıp nasıl bu hale geldiğini bulmak, dinin görevi insan denen varlığın varoluş sebebini açıklamaktır. Burada yapılması gereken benim dedim doğrudur şeklinde yaklaşım yerine karşılıklı olarak birbirlerini dinlemek, söylenenler üzerinde düşünmektir. Direk olarak red etmek değil.
Bugüne kadar tespit edilen kainat kurallarına göre kainat düzeni sebep sonuç ilişkisine göre ilerler.
İlk insan ister Hz. Adem deyin, ister Homo Spaiens deyin belirlenen bu kurallar dahilinde teşekkül etmiştir.
Lakin ilk insanın vücuda gelmesine sebep olan bir güç vardır. İster sebepler dairesinde olur ister sebepler olmadan. Sebepleri ortaya koyan güç sepebleri ortadan kaldırabilir.
Mutlak güç yalnızca O 'na aittir..
Yeryüzünde insanoğlunun özellikle giydirdiği canlılar dışında, kıyafet ihtiyacı olan başka bir canlı var mı?
Bir sinek, bir böcek, bir timsah, bir ağaç, bir balina ve ya bir yarasa ya da bir arslan?
Mesela her gün aynaya bakan bir eşek, makyaj yapan bir rakun, abiye kıyafet giyen bir zebra?
İhtiyaçları mı yok yoksa, ve ya insanoğlunun ihtiyacı mı var?
Ayıp mı yoksa çıplak kalmak? Günah mı, ahlaksızlık mı? Töre mi dersiniz? Ya da biz atalarınızdan böyle gördük mü?
Kendi doğal kıyafetiniz yani deriniz yetmiyor mu? Sizi soğuktan, sıcaktan korumuyor mu bu deri denen elbise? Yoksa güzel mi durmuyor bedeninizde? Çok mu sıkıyor sizi? Dar mı geldi ya da geniş mi?
Yoksa insanoğluna özel bahşedilen bir özellik olmasın,kendi doğal kıyafetiniz üzerine başka kıyafetler giymek istemek.
Sorarlar şimdi" E hani Allah bütün dualara icabet ediyordu. Neden benim dualarıma icabet etmiyor?"
Sonrası tam bir umutsuzluk ve inkar. Bu soru tamamen kainat sistemini ve Allah' ı yanlış tanımaktan kaynaklanan bir soru.
Şayet Allah bütün dualara aynı anda cevap verseydi dünya işin içinden çıkılmaz bir hale gelir ve ya illüzyonik bir yaşam tarzı ortaya çıkardı.
Nasıl mı?
Basit bir örnek.
Örneğin bir ev satın almak istiyorsunuz. Aynı anda aynı evi beş kişi de aynı anda satın almak istiyor. ve kendince Allah' dua ediyor. "Allahım bu evi bana nasip eyle diye" Bu beş kişiden ayrı bir yatırımcı da apartmanı satın alıp kiraya vermek istiyor. Diğer bir müteahhit te apartmanı içinde bulunduğu arsayla beraber satın alıp bir alışveriş merkezi yapmak isiyor. Belediye yönetimi de o semtte bulunan benzer apartmanları yerinden kaldırıp oraya bir şehir parkı kurmak istiyor.
Şayet bu ev sahibi olmak isteyen beş kişinin, apartmanı alıp kiraya vermek isteyen bir yatırımcının , arsasıyla birlikte satın alıp alış veriş merkezi yapmak isteyen bir müteahhitin ve de belediyenin aynı anda dualarının Allah tarafından kabul edilmesini istiyorsanız o zaman ortaya illüzyonik bir durum ortaya çıkar. Bilim kurgu filmlerindeki gibi.
Şöyle olması gerekir , bütün herkesin aynı anda dualarının kabul edilmesi durumunda
* Aynı anda aynı evi beş kişi satın alacak
* Aynı anda aynı evin içinde beş ayrı aile yaşayacak
* Bununla beraber apartman da komple kiraya vermek isteyen kişi tarafından alınmış olacak
* Evi satın alıp sahibi olanlar aynı anda hem kiracı hem ev sahibi olacaklar
* Apartman aynı anda satılıp, yıkılıp üzerine bir alışveriş merkezi yapılacak
* Belediye de aynı anda aynı araziye bir şehir parkı yapacak.
Yani aynı anda hem aynı evin sahibi hem aynı evin kiracısı olacaksınız,ve kiracısı olduğunuz ev yıkılacak, yerine alışveriş merkezi yapılacak, ama sizin eviniz duracak, aynı zamanda alışveriş merkezi de yıkılıp aynı anda aynı arazide bir şehir parkında hem yıkılıp hem yıkılmamış, içinde hem kiracı hem ev sahibi olduğunuz ve beş aileyle birlikte yaşayacaksınız.
Böyle bir durum kainatın kurulu düzenine aykırıdır.
E o zaman dua nın ne anlamı var?
Kainat düzeninde en basit anlatım tarzıyla sebep sonuç ilişkisine göre duanız kabul olabilir.
Örneğin bu beş kişinin sahip olmak istediği ev sırayla birbirlerinin olabilir. Biri evi satın alır, işleri yürümez evi satmak zorunda kalır, diğer kişi o evi satın alır. Bu kişinin tayini çıkar evi satmak zorunda kalır. Diğer kişi satın alır. Bu kişi komşularla geçinemez mahalleden memnun kalmaz evi satar. Başka biri o semte taşınmak zorunda kalır o evi satın alır. Apartmandaki bütün evler satılıktır. Yatırımcının biri gelir binayı satın alıp kiraya verir. Bir süre sonra yatırımcı başka bir yatırım ihtiyacı için apartmanı satmak zorunda kalır. Müteahhit hesabına geliyorsa bu araziyi satın alıp yıkar. Yerine avm yapar. Avm nin işleri iyi gitmez. bölgedeki işlek yaşam başka bir bölgeye kayar. İnsan sayısı azalır. Belediye bir karar alır. Bu bölgedeki binaları yıkar.
Ve şehir parkı kurulur.
Düzeni anlamak lazım.
Kainatta her şey birbiriyle ilintilidir, kainat tektir, herkes ve her şey bu sistemin küçük ve ya büyük bir parçasıdır.
Çalıştığının karşılığı kazandığı ücret, para aslında nedir? Neyi ifade eder?Aslında bir süre verilen fikri ve ya bedeni emek karşısında eline geçen para denen kağıt parçaları neyi ifade eder? Yaptığın iş karşılığı eline , el ile çizilmiş ve ya renkli fotokopi ya da bilgisayar çıktısı ile üretilip çoğaltılmış ve , verenin " bak kardeşim bu da para " diye nitelendirdiği bir kağıt tutuşturulduğunda alacak mısın verilmek isteneni? Yoksa "Kardeşim sen benle dalgamı geçiyorsun?" " Güzel şakaydı" deyip verilmek isteneni aynen geri mi iade edeceksin ? Bununla beraber suç duyurusunda mı bulunacak ve ya görmemezlikten mi geleceksin?
Suç olan sahte para mıdır yoksa sahte paranın bile veremeyeceği sıfır değeri midir?
Verdiğin emek karşılığı eline geçen, para adı verilen varlık, aslında verilen emek karşılığı alınan rahatlık, güven, sağlık, huzur, güç, mutluluk, geçim, eğlence, başarı, ev, araba, makam, mansıp, ün, şöhret, kariyer, kati yat, çorap, kıyafet, akaryakıt, ev kirası, yiyecek, içecek, zaman ve daha sayılamayan iyi ya da kötü olarak nitelendirilebilen nice soyut ya da somut şeylerin toplamı mıdır?
Ve bunlar arasında sayılan soyut şeylerin somuta dönüşmüş hali midir?
Yoksa elinize geçen sadece ve sadece darphanede basılmış bir kağıt parçasından ibaret midir?
Parayı değerli kılan darphane de basılması mı yok sa sizin emekleriniz mi ve ya sahip olmak istedikleriniz mi?
Hareket: Bir cismin durumunu ve yerini değiştirmesi. TDK
Neye göre durum ve yer değiştirme? Her hangi bir referans noktasına göre değil mi?
Aynı araç içinde yanınızda oturan biri size göre oturuyorken, dışardan bakan birine göre hareket etmiyor mu? E hani size göre yanınızdaki kişi hareket etmiyor ya? Ne olacak şimdi?
Aynı araç ile , önünüzdeki araçtan hızlı gittiğiniz taktirde, önünüzde yol alan araç size göre geriye doğru gelmiyor mu? Ya yol kenarına durmuş , içinde sizin bulunduğunuz ve sizin önünüzdeki aracı gözlemleyen birine göre , önünüzdeki araç ileri gitmiyor mu? Hani size göre öndeki araç geri doğru geliyordu.?
Peki ya sizin ve sizin önünüzdeki aracın hızları aynıysa. O zaman öndeki aracı duruyor görmez misiniz? Ya yol kenarındaki kişi? Her iki aracı da ileri doğru gidiyor görmez mi?
Ya da sizin önünüzdeki araç sizden hızlı gidiyorsa? Önünüzdeki araç sizden daha yavaş ileri doğru gitmiş olmuyor mu? Yol kenarında sizlere bakan kişi, sizin önünüzdeki aracı sizin aracınızdan hızlı, sizi biraz daha yavaş gidiyor görmez mi?
Otobüs, taksi, bisiklet, uçak gibi bir ulaşım aracına bindiğinizde aslında gitmek istediğiniz yer sizin ayağınıza geliyor olmasın? Aslında ulaşım araçları gitmek istediğiniz yerleri ayağınıza getiren özel bir yapıya sahip olmasın? Çünkü siz oturuyor, çevrenizde gözlemledikleriniz size göre geriye gidiyor.
O zaman hareket kavramı tamamen bir algıdan mı ibaret?
Masa üstünde duran bir vazoyu, siz vazoya bakarken bir el alıp başka bir yere götürüp, tekrar vazoyu aynı şekilde aynı yerine koysa, vazo hareket etmiş midir?
Peki ya masanın üzerindeki vazonun hareketini kendiniz şahsen görmeden, bir el alıp bir yere götürüp tekrar vazoyu aynı yerine koysa. O zaman vazoya " bu vazo hareket etmiştir" kanısıyla yaklaşabilir misiniz?
Hareket mi? Kime göre, neye göre?
Yoksa kainat aslında sabit te biz mi fark edemiyoruz?
Bazı insanlar " Hani nerde ? Göstersin bana Yaratıcı ( Allah ) kendini" , "Kardeşim Cennet ve cehennem insanları korkutmak, hizaya sokmak için uydurulmuş hayali şeylerdir. Bana bir tane kanıt gösterin, olduğuna inanacağım. İnsan ölünce toprak olup gidecek" gibi cümleler kurarak bunların olduğuna dair kanıt, bulgu, delil isterler.
Öncelikle kendilerinin görmek istedikleri kanıt, kainat düzeninin olması gerektiği şekilde, noter onaylı cennet ve cehennem vardır, Yaratıcı vardır şeklinde bir sayı numarası, tarih, noter mührü yazılı olan bir kağıt mıdır ?
Ya da elinde bir alev parçası, bir köz ve bunların üzerinde "menşei cehennem" ve ya "cehennemde üretilmiştir-seri ve parti no bilmem ne bilmem ne-üretim tarihi şu gün, şu ay, şu yıl-sıcaklığı bilmem kaç milyon derece " mi yazması gerekiyor?
Ve ya elinde bir meyve, bir içecek ve bunların üzerinde "menşei cennet" ve ya "cennette üretilmiştir-seri ve parti no bilmem ne bilmem ne-üretim tarihi şu gün, şu ay, şu yıl - soğuk içiniz , bilmem kaç derece güneş görmeyen yerde mi saklayınız " falan mı yazması gerekiyor?
Yok sa "Allah a aittir, kuruluş tarihi şu şu şu, çalışma şekli ve faaliyet alanları çeşit çeşit canlı yaratma , tabiat olayları yaratma,, gezegen yıldız galaksileri belli bir yörüngede evirip çevirme, dualara icabet etme..." gibi yazının olduğu, esnaf ve sanatkarlar odası ve ya ticaret odalarından onaylı, üzerinde Yaratıcı ve meleklerin imzalarının bulunduğu bir kağıt mı olması gerekiyor.?
Şayet istenen kanıtlar bu şekildeyse, elinize geçen belgelerin sizin için bir kanıt olmadığınız söylemeyecek misiniz? Çünkü zaten bildiğiniz şekilde değiller midir bu kanıtlar? Herhangi bir şekilde elinize böyle bir kanıt diye nitelendirilen bir şey geldiğinde inanacak mısınız?
Yani nasıl bir şey olsun istersiniz kanıtın? Harry porter gibi uçan kaçan bişeyler, kağıtlar, gökten size uzanmış desa bir el görmek mi istiyorsunuz? Cennet, cehennem ve yaratıcıya ait, sesli 4K kalitesinde bir kamera kaydı mı izlemek istiyorsunuz?
O zaman da " bu bilgisayar efekti kardeşim bu", ya da "bunların hepsi illüzyon, beynin yanılgısı" demeyecek misiniz?
Kanıt aramanıza gerek var mı?
Sizi bunlara ulaştıracak şeyler, sizin var olmanız, değil mi?
Soruyu şöyle sormak gerekiyor. Beş duyu organınla test edemediğin , tecrübeleyemediğin şeyler yok mudur? Yok olması mı gerekir ? Olmamalı mı?
Dış ortamdan izole edilmiş bir odada hareketsiz otururken çevrenizi saran havayı görebiliyor muyuz? Şahsen ben göremiyorum. Peki el ile tutabiliyor muyuz? Şahsen ben tutamıyorum. Ağzınızı açtığınızda dilinize herhangi bir hava tadı geliyor mu? Benim şahsen gelmiyor? İçinize yavaş yavaş derince bir nefes çektiğinizde havaya özgür herhangi bir koku hissedebiliyor musunuz? Ben şahsen havanın kokusunu bu zaman kadar alamadım. Havanın sesini duyabiliyor musunuz? Ben şahsen havanın sesini duyamıyorum.
O halde şu kanıya varma doğru olur mu? Hava diye bir şey , varlık yoktur.
O zaman hava denen gaz karışımının varlığından nasıl haberiniz oluyor ? Hareketsiz bir şekilde oturduğunuzda duyu organlarınızın hiç biri yukarıda saydığımız örneklerdeki gibi havanın varlığına dair herhangi bir emare göstermiyor.
Peki o zaman havanın varlığının olduğuna nasıl inanıyor daha doğrusu havanın varlığını fark ediyorsunuz?
Etkilerinden. Yukarıda saydığım etkileri duyu organlarınız hareketsiz durumda olduğunuzda fark edemiyorken, baktığınız yeri değiştirip başka yere baktığınızda, herhangi bir harekete başladığınızda bedeniniz üzerindeki etkiyi , duyu organlarınız algılayıp, beynin duyu organlarına ait algılama merkezlerinde değerlendirildiğinde, oluşan bu değişimlerden hareketle, hava denen maddenin varlığını fark-idrak edebiliyorsunuz. Yani duyu organları aslen üzerindeki etkilerin değişiminin beyne sinyal gönderir. Beyin bu değişimlerin çözdüğünde çevrenizdeki değişimleri fark etmiş olursunuz.
Bir vantilatörün karşısına geçtiğinizde derinizdeki duyu hücreleri, çok uzakta bir binaya baktığınızda binadaki puslu durumu gözlerinizdeki duyu hücreleri, havayı içinize çektiğinizde burnunuzdaki duyu hücreleri, ağzınız açıkken havayı içine çektiğinizde dilinizdeki duyu hücreler, rüzgarlı bir havadaki rüzgar sesi kulağınızdaki duyu hücrelerini uyarıp beynin duyu merkezlerine sinyal gönderir.
Siz de hava denen maddenin varlığının farkına varırsınız.
Benzer şekilde suda yüzen balıklar denizin farkında mıdırlar?
Benzer şekilde kendi gözünüzü göremediğiniz halde başkasının gözlerine gördüğünüzde, ve ya aynaya baktığınızda gözlerinizin farkına varırsınız.
Ya da ağlayarak yanınıza gelen bir çocuk için çocuğu üzen bir şeyin olduğu farkına varır ama ne olduğunu tam olarak çocuğunuz anlattığında idrak edebilirsiniz. Olayı görmeniz gerekmez.
Hakim önünde mahkum sandalyesinde oturan kişinin işlediği suçu görmemiştir. Elindeki toplanan delillerin kağıda yazıldığına göre hareket eder karar verir. Olayı bizzat gidip görmemiştir.
Yaratıcıyı, ahiret hayatını cenneti cehennemi kendi gözünüzle göremezsiniz. Görmeniz şu anki beyin ve vücut kapasitenize göre imkansızdır.
Elinizdeki verilerle Yaratıcı denen bir varlığın ( Allah ) olduğuna ulaşırsınız. Bu sonuca ulaştıktan sonra suç var sa cezanın olduğuna yani mahiyeti kesin olarak bilinemeyen cehennem denen bir cezaevinin varlığı sonucuna, ve ya yapılan iyiliklerin karşılığının göreceği bir yere, yani mahiyeti kesin olarak bilinemeyen cennet denen bir mekanın var olduğu sonucuna ulaşırsınız.
Bir kimsenin elinde bir ateşle gelip " kardeşim bak bu ateşi cehennemden getirdim" ve ya " kardeşim bak şu meyveyi cennetten getirdim " demesine, ve ya üzerinde " Yaratıcıya aittir" yazan bir kart visit getirdim demesine gerek olmasa gerek.
Hoş. Şayet getirilse böyle bir şey, muhtemelen şunu sorarsınız.
Bu getirdiğin ateşin cehennemden , bu meyvenin cennetten , bu kartvizitin Yaratıcıdan geldiğine dair bir delilin var mı?
Ne olsun yani? Elinde size cehennem ya da cennetten ve Yaratıcıdan kesilmiş bir fatura mı olması lazım? ve
O da hoş.
O zaman soracağınız soruları duyar gibiyim? Bu faturanın naylon fatura olmadığını ispatla.
İnananlar kainatın muhteşem bir şekilde ve kusursuz olduğu ve ya yaratıldığı iddiasında, inkar edenler, kendilerince haklı sebepler öne sürenler, kainatın tam bir kaos içinde olduğunu iddia etmişler ve edeceklerdir.İnkar edenlere göre madem her şey muhteşem neden çocuklara tecavüz ediliyor, neden savaşlar patlamalar oluyor, neden tanrı dediğiniz ( ve ya Allah ) kötülüklere ve ya kaosa müsade ediyor, müdahale etmiyor? Haklı olduklarını iddia ettikleri düşünce sistemi bu. Her iki görüş için de bir çeşit savunma mekanizmasıdır bu. Kendi haklılıklarını ortaya çıkarabilmek için. Kainat ne tam anlamıyla muhteşem ve kusursuzdur, ne de tam anlamıyla bir kaostan ibarettir. Kainat ahenklidir. Ahenk: Uyum: Bir bütünün parçaları arasında bulunan ya da bulunması gereken uygunluk. TDK Zevkle dinlediğiniz üç dakikalık bir müzik parçasının içinden sadece Re notasını çalan bir keman sesini dinleseniz, o üç dakika içinde arada bir Re notasını çalan bir keman sesini duyacaksınız. Muhtemelen de bu ne biçim müzik diyeceksiniz. Benzer şekilde bu müzikte diğer nota ve enstrumanları bir şekilde ayırıp, içinde belli zaman aralıklarında vuran ve dinledikçe sanki kafanızın içinde patlayan davul sesini dinleyin.Yine diyeceğiniz ses "Bu ne biçim ses? Başım şişti."Her biri ayrı ayrı dinlendiğinde bir süre sonra baş ağrısı yapacak sesleri birleştirip aynı anda dinleyin. Zevkle dinlediğiniz bir müzik eseri olduğunu göreceksinizdir. Tuz. Tek başına belki sadece bir çay kaşığı saf olarak zorla ağzınıza alıp yutabileceğiniz sofra tuzu, yemeğin içinde ağzınıza hoş bir tat bırakmaz mı? Ya yanlışlıkla tuzluğun kapağı açılıp yemeğe tamamı dökülürse? Ağzınızda hoş tat bırakan tuz tanecikleri iğreti bir duruma dönüşmez mi? İğnenin ilk görevi bir şey dikmektir, ona göre tasarlanmıştır, çeşit çeşit. Toplu iğnesinden tutun, dikiş makine iğnesine ve ya dikiş iğnesine ya da bir çuvaldıza. İğneyle duvara delik açamazsınız, matkapla da dikiş dikemezsiniz. Belki ihtiyaç halinde sadece ihtiyacınızı görecek kadar temel özelliğinden faydalanabilirsiniz. Lakin devamlı değil. Kaşıkla sıvı şeyler içebilir, kürekle toprağı kazabilirsiniz. Lakin ihtiyaç halinde , kendilerinde bulunan temel özellikleri isteğinize göre kullanabilirsiniz. Maddeleri bir arada tutma özelliği ve ya küreğin kazma özelliği. Kaşıkla da çukur kazabilir toprak atabilirsiniz. Kürekle de birşeyler içebilirsiniz. Yalnız asıl kullanım amaçları dışında ihtiyaç hali dışında devamlı kullandığınızda bir kaos ortamı ile karşı karşıya kalırsınız.
Bıçak gibi keskin cisimlerin görevi kesmektir. Gücünün yettiği kesebildiği şeyleri ayırt etmeksizin kesmektir. Traş bıçağı ile traş olabilir ve ya bıçakla ekmek kesebilirsiniz. Traş bıçağının jileti ile de ekmek kesebilirsiniz lakin jiletin keskinlik süresi bıçağın keskinlik süresi kadar değildir. Belki bir belki iki ekmek kesmede körelir, işlevsiz hale gelir traş bıçağınızın jileti.
Ha keza bıçakla da traş olamazsınız. Belki sakalınızdan birkaç tüy kesebilirsiniz şayet bıçağınız yeterince keskinse.
Aslında sakalınızın yapısı traş bıçağınızdaki jilete göre, ve ya ekmeğin yapısı bıçağa göredir. Bu olayın tam tersi de doğrudur.
Burada görüldüğü gibi herhangi bir kaos yoktur?
Peki ya kaos dedikleri şey neden kaynaklanır?
Amacına uygun olmayan kullanımlardan.
Bir jileti ihtiyaç ve mecburiyet hali dışında ( yokluktan diyelim ) ekmek kesmek için kullandığınızda sorun aslında jilette değil, o traş bıçağındaki jiletin sakal kesmek için olduğunu idrak edemeyişinizden dolayı sizdedir.
Bir bıçağı ihtiyaç ve mecburiyet hali dışında sakal kesmek için kullandığınızda sorun aslında bıçakta değil, bıçağın ekmek kesmek için olduğunu idrak edemeyişinizden kaynaklanır.
Amacı ekmek kesmek, meyve sebze doğramak, ağaç yontmak gibi özellikleri için kullanılması gereken bıçağı , herhangi bir şekilde cinayet işlemek için kullandığınızda , kaosun sebebi bıçak değil, cinayet düşüncesinin uygulamaya geçmesidir.
Amacı patlayarak yaydığı parçalarla bir şeyleri parçalamak, yıkmak olan, bina yıkımı, insani bir şekilde maden araması ve benzeri şekilde kullanılması gereken bomba dinamit gibi maddeleri, toplu katliam yapmak, masum insanları öldürmek, ölçüsüz bir biçimde çevreye , hayvanlara, tabiata zarar verecek şekilde kullanımından kaynaklanan yıkım ve kaosun sebebi ne patlama olayıdır, ne bombadır ne de dinamit. Telefonun görevi karşılıklı olarak günün teknolojisine göre kablolu ya da kablosuz, görüntülü ve ya görüntüsüz iletişimi sağlamaktır. Asıl amacı dışında fotoğraf çekimi, alarm, oyun ajanda , internet gibi bir kaç özellik daha eklenmiştir. Şu an için telefonlarda çamaşır bulaşık yıkama, ütü yapıp çamaşır serme özelliği yoktur. Çamaşır bulaşık yıkama, ütü yapma çamaşır serme için kullanırsanız oluşan kaos telefondan değil , telefonun kullanım amacı dışında kullanma düşüncenizden ve uygulamaya geçmenizden kaynaklanır.
Kainat ne muhteşem ve kusursuzdur ne de kainatta tam bir kaos vardır.
Kainat ahenklidir, Dünya da öyle. Dünyadaki ahengi bozan yanlış tercihlerinden dolayı insanoğludur. Vesselam
UFO : Unidentified Flying Object yani tanımlanamayan uçan nesne. Aslında UFO'nun tanımından da belli olacağı gibi , bazı uçan nesneler görüldüğünde tanımlanamamıştır. Ne demek yani bu? Uçan bir şey gördüğünüzde, elinizde bilimsel olarak dana önceden tespit edilememiş, açıklaması yapılamamış, benzetecek somut birşey bulunamamış yani herhangi bir tanımlama yapılamayacak olan uçan cisimler demektir.
Örneğin gökyüzünde bir uçan bir nesne gördüğünüzde bu nesne, önceden bildiğiniz, modeli ne olursa olsun uçağa benzeyen bir nesneyse , o gördüğünüz nesnenin adı uçaktır. Bu uçak ister kargo uçağı, ister tek motorlu ister çift motorlu, ister jet motorlu, ister devasa kanatları olsun, ister model uçak gibi küçük kanatları olsun...Çünkü uçağın temel çalışma şekli bir motor yardımıyla havalanması, pistten havalanması ve piste iniş yapması, kanatları ve kuyruğu olması ve benzeri özelliklerdir. Gördüğünüz bu nesne, önceden bildiğiniz , modeli ne olursa olsun helikoptere benzeyen bir nesneyse, o gördüğünüz nesnenin adı helikopterdir. Bu helikopter ister yangın söndürme helikopteri, ister askeri helikopter, ister yolcu helikopteri, ister çift pervaneli ister tek pervaneli olsun fark etmez. Çünkü helikopterin temel özellikleri dönen bir pervane, bir gövde ve kuyruğunda rotor denen küçük bir pervane bulunan, herhangi bir zemine dikey olarak konabilmesi ve dikey olarak uçabilmesi ve benzeri özelliklerdir. Gördüğünüz bu nesne, önceden bildiğiniz, şekli ne olursa olsun uçurtmaya benzer bir nesneyse, o gördüğünüz nesnenin adı uçurtmadır. Bu uçurtma ister kuyruklu, ister kuyruksuz, ister Çin uçurtmaları gibi ejderha şeklinde olsun fark etmez. Çünkü uçurtmaların temel özellikleri ve çalışma şekli , yeryüzüne bir ip ile bağlı olması, havalanabilmek için rüzgara ihtiyaç duyması, dengeli bir şekilde kanat yapısı ve yapısına göre kuyruğa ihtiyaç duyması ve benzeri özelliklerdir. Bir şeyi olayı tanımlayabilmeniz için önceden benzer bir şeyle ve ya o şeyin zıddıyla karşılaştırmanız gerekir. Mesela siyahı tanımlayabilmeniz için beyazın ne olduğunu görmeniz gerekir. Bir şeye televizyon diyebilmek için , önceden televizyona benzer bir şeyi ya bizzat görmeniz, ve ya doğru olduğuna inandığınız kaynaklardan televizyonun resmini görmeniz ve tanımını okumanız gerekir. Gelelim UFO ya. Aslında korkulacak şeyler değillerdir. Dikkat edilirse hemen hepsi kamera kayıtlarından ibarettir. Bütün gördükleriniz kameraların çektikleri, ve ekrana aktardıklarıdır. Görüntüler ya bulanık, ya çok hızlı hareket eden, ve ya bir görünüp bir anda kaybolan ışık saçan nesnelerdir, bazılarının yemek tabağına benzer görüntüleri vardır. Gördükleriniz , o cisimlerden çıkan ışığın, gözünüze girip beynin görme merkezinde değerlendirildiği kadardır. Yani aslında eldeki verilerle bu görüntülere ait gerekli açıklamalar yapılamamakta ve UFO, yani tanımlayamayan uçan nesne denmektedir. Korkmayın...Yemezler sizi...
Ellerinize bir bakın. Şöyle bir dizlerinizin üstüne koyup, bir kol mesafesinde. Her yerini inceleyin. Evirin çevirin.Tırnaklarınıza, ellerinizin üstündeki tüylerinize bakın.Kimi sarı kimi siyah. Parmak izlerinize. Belki de toplu iğne ucu kadarcık minik ter zerrecikleri göreceksiniz sizin içinizden çıkan, damarlarınızdan sızarak görmedikleri, ne olduğunu bilmedikleri dünyaya ulaşan. Ten rengi bir denize. Bir mevsim, duruma göre ılık duruma göre soğuk bir suyun parçası , belki de yazın buz gibi bir karpuz suyundan bir parçacık idiler içinde türlü türlü şifa ve hastalığı aynı anda barındıran, kim bilir ne dertlere, ne üzüntülere, ne eğlencelere şahit olan.
Bedeninize girmekle başladı yolculuk,
Bütün şahitlikler sessiz sedasız içine atıldı, ter zerresinin...Yolculuk esnasında, hem şifa hem hastalık bedeninize bırakıldı. Başka bedenlerde hayat bulmak üzere, uzunca bir yolculuğa çıkmak için, minik ter zerresi, son kalıntılarını da bırakarak, ten rengi denizden demir aldı.
Sizlere de o ter zerresinin bıraktığı kokulu anıları temizlemek kaldı...
Hemen herkes bir şekilde öte tarafa dair kanıt istiyor? Bir süre kalbi duran insanlar, beyaz ışık gördüğünü söyleyen, öbür tarafa gidip geldiğini iddia eden insanlar, o insanlara soru sormalar?? " Ne gördün? Neler vardı? Karanlık mıydı? " "Tanıdığın kimseler var mıydı?" "Peki ya Cennet Cehnnem Allah falan" "Gördün mü ha gördün mü? Kuşku duyan insanlar bu diğer tarafa gidip geldiğini iddia eden insanların anlattıklarını doğru kabul ederek karar verirler. Halbuki bu iddiada bulunan insanların ellerinde elle tutulur gözle görülür maddesel herhangi bir belirti yoktur. Ne cehennem ateşinden bir ateş, Ne cehennem dumanından bir duman, ne de cennet meyvelerinden içeceklerinden küçük bir numune? Ellerinde hiç bir maddi delil ile geri dönmemişlerdir? Yani şunu mu beklemeli? Öte tarafa gidip gelen insanların ellerinde birer ateş parçası, ve ya cennet meyvelerine benzer bir meyve parçası, bir anda ellerinde pat diye oluşuvermiş? O zaman demez misiniz bu insan bir cin ve ya yaratık? Ufo görmüş köylüye dönmez misiniz? O zaman inanacak mısınız öte tarafa? Ellerinde pat diye oluşmuş bir cehennem ateşi üzerinde "cehennem malıdır" yazan , ve ya ellerinde pat diye oluşmuş bir cennet meyvesi, üzerinde "cennet meyvesi" yazan bir etiket?
Gördükleriniz yetmiyor mu tatmin olmaya, öte tarafa dair? Annenizin karnında vücuda gelebilmeniz için annenize bağlı göbek bağından aldığınız, menşei sizin anne karnında idrak edemediğiniz, doğumunuzdan sonra gözle görüp elle tutabileceğiniz bir yaşam alanı olan bir dünya dan gelen karbonhidrat, protein, yağ, vitamin, mineral su, oksijen kaynağı olan yiyecekler, meyveler sebzeler, içecekler, sizi tatmin etmiyor mu? Yani anne karnından "çıkıp şu dünyaya bakıp hemen döneyim bakalım bunların kaynakları gerçekten var mıymış" mı diyorsunuz? Peki velev ki çıktınız geri dönebiliyor musunuz?
Maalesef öte tarafa gidip gelmek diye bir şey yoktur. Gittiğinizde dönemezsiniz. Gidip döndüm diyenler gidip te dönmemiştir. Gitmemiştir. Ona göre size yapılan uyarıları dikkate alın?
Ölüm:Bir insan, bir hayvan veya bitkide hayatın tam ve kesin olarak sona ermesi, ahiret yolculuğu, ebedî uyku, emrihak, irtihal, memat, mevt, vefat TDK
Hayat: Canlı, sağ olma durumu TDK
Türk Dil Kurumunun açıklamalarına bakarsanız öyle.
Peki ölmek için bir insan, hayvan ve ya bitki mi olmak lazım? Ölüm sadece maddesel bir fiziksel ve ya kimyasal değişim midir? Ya hayat?
O da mı fiziksel ve ya kimyasal bir değişimdir?
Yoktunuz. Bedeninizi oluşturan şu ana kadar keşfedilmiş ve ya keşfedilmemiş atomlar, elementler ve atom altı parçalar bu dünyanın zaten bir parçası değil miydi? Yani aslında bedeniniz bu dünya da zaten vardı. Zaten siz vardınız. Parçalarınız insan şeklini oluşturacak şekilde değildi. Dağınıktı. Muhtemelen kanınızda dolaşan su molekülü bir zamanlar belki de dünyanın öbür ucunda lağım çukurundaydı, belki de bir insanın dışkısında, ya da gökyüzünde bir bulutta ve ya gaz halinde hidrojen ve oksijen molekülü şeklinde...
İnsan olma değerini size kazandıran nedir?
Nedir aranızdaki gözle görülmeyen sevgi , aşk, öfke, nefret duygularını oluşturan şey?
Madde değil miydi bedeniniz?
Anneniz vefat ettiğinde neden defnedersiniz? Bedenen çürüsün diye mi? Pek ya nasıl kıyıyorsunuz en sevdiğiniz annenizin bedenine, gömüyorsunuz bir çukura ve ya nasıl yakıyorsunuz krematoryum da?
Neden göremediğiniz halde içinizde hala anne sevginiz yaşıyor?
Sadece beyin denen madde, et parçasının , kendini oluşturan element ve atomların bir çeşit fiziksel ve kimyasal aktiviteleri sonucu mu oluşuyor?
Peki ya kainatta önceden esamesi bile bulunmayan, bulunan maddesel esameler kainatın farklı yerlerinde farklı şekillerde parçacıklar halinde bulunan siz, çeşitli fiziksel ve kimyasal değişimler sonucu bu beden elbisesini giydiyseniz, tekrar giyemez misiniz başka bir oluşumla, yalnız dünyada biriktirdiğiniz şuurunuzla....
Giymeniz için bir sebebiniz var mı?
Katrilyonda bir ihtimal dahi olsa yok mu?
Şu anda varsanız katrilyonda bir ihtimal ile bile olsa, bu ihtimal yeniden gerçekleşemez mi?